12 Ocak 2010 Salı

sen ve kuzey pencerem...



eve geldim! ocak ayı, gün erkenden kararıyor. yorgunum. içimdeki boğucu sis artık gözlerime de sirayet etmiş durumda. gözlerim kapandı kapanacak, direniyorum... mutfağa doğru yöneldi yorgun ayaklarım, çaydanlığın altına su doldurup ocağa yaktım. yorgun vucudumu, ruhumu, salondaki koltuğa gömüverdim. gözkapaklarım buğulu gözlerimi yavaş yavaş örttü.
karanlık...

on dakika içinde ocaktan gelen kaynama sesine kulak vererek, gömüldüğüm karanlıktan çıkıp çayı demlemeye bıraktım. ruhum ve aklım birlikte hareket etme kabiliyetini yitirdiğinden içimden gelen basınca yeniliyorum. acı içeme çöreklendikçe, zavallı aklım ordan oraya savrulup duruyor. beynimin yaralı ruhuma hükmetme isteği git gide zayıflıyor...

kendime bir bardak tavşankanı kıvamında çay koyup, yemek masasının üzerinde duran sigarama yöneldim. içinden bir sigara çekip çakmağımı alevlendirdim ve ruhumla birlikte sigaramıda tutuşturdum. derin bir nefes, derine, daha derine...

salonun kuzey penceresi küçüktür. yemek masasının kenarı pencereye yakındır. genelde çayı masada içeceksem o kenarını seçerim. tuhaf bir rütüel ama bir anlamda da sigara içme isteğimden de kaynaklanır bu seçim. pencereyi açarım.

açtım o pencereyi. ayakta duruyorum. bir yudum çayla birlikte sigaramdan da bir nefes çekerek pencereden dışarıya bakıyorum. manzaram üst kuzey bahçemdeki ağaçlar: okaliptüs akasya ve söğüt. çırılçıplak hüzün ağaçların cılız dallarıyla birlikte kaplıyor bedenimi. hatırlıyorum! bu pencereden kaç kere baktım sana, kaç kere çay içtim karşında, kaç tane sigara tüttürdüm tebessümlü yüzüne bakarak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder